>Özgür Edebiyat 25

>

Bu sayıda Menekşe Toprak, Güray Süngü, Çağla Cömert ve Ramazan Tekinel’in hikayeleri “iş var” dedirtecek cinsten. Toprak’ın “Temmuz Çocukları’ndan İlk Gün” gerçekçi denebilecek bir hikaye. Bazı yerlerde bir okunma ve muğlaklık problemine girse ve olayların yeri ve zamanı karışsa da sonuna kadar okunabiliyor. Süngü’nün “Duvara Bakan Adama Bakan Adamlar”ı kuruluşu itibariyle iyi bir hikaye. Fikir olarak iyi, akıcı, sonundaki efekt şaşırtıcı. İçinde azıcık insan sevgisi de olsaydı tadından okurmazdı heralde. Cömert ise “Sanatçı”da sanatçının galericiye mağlubiyetini anlatmış. Güzel, insani, acıklı bir hikaye. Zaafı ise karakterler hakkında fazla bilgi vermemiş olması. Bu, hikayeyi zayıflatıyormuş gibi geldi bize. Karaterleri daha iyi tanıtıp, toplumsal bağlarını daha güçlü kurabilseydi, hikaye daha çarpıcı ve etkili olabilirdi. Ayın hikayesi Ramazan Tekinel’in “Yerinde oto tamiri”. Kısacık, Türk filmi tadında, süper.
Şiirler içinden Sibel K. Türker’in Kırmızı Şiir’i fena değil ama eksik bir şiir. Bir şey geliyor, sonra bir şey daha, ama kesinlikle tamamlanmıyor. “İnsanın yaradılışında doğuştan getirdiği bir eksiklik var, insan bunun farkında ve bir ömür bunu telafi etmeye çalışıyor..” diye düşünüyormuş Sibel Türker. Şiirindeki bu eksiklik de belki bu düşünüş biçimiyle ilgilidir. Utku Kaygusuz’un üç şiiri var bu sayıda. güçlü bir söyleyişi olduğu söyleneblir. İmgelere boğulmasa, basit olsa, ne dediğini daha kolay anlayabiliriz. Karmaşık olma hastalığı kültür dünyasını ele geçirmiş gibi görünse de basit olan her zaman kazanır. Basit olanda fiyaka yoktur, yalnızca hakikat vardır, yoksa da bunu çok kolay anlarsınız.
Paul Bowles’tan yapılmış, kapağa taşınacak kadar değerli bulunmuş manasız bir yazı tercümesi var. “İnsan aşırı müslüman olmamalı” spotuyla dergi kapağında satışa çıkarılan yazı, Müslümanları, (tam tersiymiş gibi yapsa da) Türkleri ve İstanbul’u kötülemek için yazılmışa benziyor. İstanbul’u tasvir ederken kubbe ve minareleri, geniş bir külyığınında büyüyen büyük gri mantarlara benzetiyor. İlginç bir hayalgücü.
Abdullah Şevki’nin “Şiirin ABD’de gözden düşme nedenleri” yazısı teferruatlı ve ilginç bir yazı. İyi ifade edilememiş ve ne dediği anlaşılmayan tarafları var. Belki iyi düşünülmediğinden, belki de yeterince açık konuşulmadığından anlaşılmıyor. “Has Şiir” diye bir şeyden söz etmiş mesela Şevki. Ne demektir has şiir? Has ekmek diye bir şey vardı benim küçüklüğümde, ninemin yaptığı ekmeğe derdik, çarşıdan alınan ekmekten daha iyiydi, doğaldı, malzemeden çalınmazdı, ayrıca daha ucuza gelirdi vesaire. Bir de Türkiye’de şiirin gelişmesi için “milli mesele” olmaktan çıkarılması ve bir gölgelikte dinlendirilmesi gerektiğini söylüyor. Nası yani?

Bu yazı Abdullah Şevki, Ayın Hikayesi, Çağla Cömert, Özgür Edebiyat, Güray Süngü, Paul Bowles, Ramazan Tekinel, Sibel K. Türker içinde yayınlandı. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Yorum bırakın